reklamı kapat

POPÜLER

Dead Island incelemesi

 - Güncelleme: 13 Kasım 2011 14:12

Çok değil bundan yaklaşık üç ay kadar önce nereden geldiği belli olmayan bir fragman tüm oyun dünyasını altüst etmişti. Memento misali geriye doğru akan bu ilginç fragman, huzur içinde bir tatil için cennet gibi bir adaya gelmiş olan sıradan bir adamın karısını ve çocuğunu zombilere kurban verişini anlatıyordu. Gerek anlatım dili, gerekse de müziğiyle Dead Island’ın fragmanı tüm oyun dünyasında müthiş bir etki yarattı; hatta Cannes film festivalinde ödüle layık görüldü ki bu video oyun dünyası için bir ilk. Haliyle hepimiz Dead Island hakkında büyük bir beklenti içine girdik. Oyunun beklentilerimizi karşılayıp karşılamadığını yazının sonunda tartışırız ancak Dead Island’ın bir benzeri olmadığı kesin. Açıkçası biz Left 4 Dead benzeri bir oyun beklerken karşımıza daha çok Fallout 3’ü andıran bir oyun çıktı. Dead Island’da sağa sola koşuşturup zombi avlamayı unutabilirsiniz çünkü bu tam bir hayatta kalma macerası; etraftaki nesneleri dikkatle kullanmalı, yeri geldiğinde parçaları birleştirip silahlar yapmalı ve elinizdeki kaynakları son derece dikkatli kullanmalısınız. Çünkü ilk şoku atlattıktan sonra sıra hayatta kalanları kurtarmaya gelecek.

ÖLÜ ADAMLAR GÖRÜYORUM
Öncelikle şunu belirtelim ki Dead Island kesinlikle basit bir oyun değil. Alışkanlık gerektiren bir öğrenme eğrisi var oyunun. Öyle hemen elinize silah alıp zombilerin arasında dalmayı unutun. Oyunda seçebileceğini dört karakter bulunuyor ancak bu karakterleri birbirinden ayıran keskin çizgiler yok. Xian Mei, Purna, Logan ve Sam B birbirinden alakasız olarak adada bulunan ilginç karakterler. Her birinin hikayesi ayrıca yazılmış ve renkli arka plan hikayelerine sahip olsalar da oyundaki özellikleri bakımından çok farklılık göstermiyorlar. Karakterlerden kimi daha hızlı, kimi daha iyi silah kullanıyor, kimininse yakın dövüşü diğerlerinden daha iyi… Bunları karakterleri seçerken öğrenebiliyorsunuz ancak oyunun içinde çok bir etkisini biz göremedik. Evet, oyuna bir karakter seçerek başlıyorsunuz ve zombilerle dolu devasa bir adanın ortasında tek başınıza kalıyorsunuz. En azından bir süre için… Kısa bir zaman sonra adada sizden başka hayatta kalanların da olduğu çıkıyor ortaya. Bunlarla iş birliği yapıp bulunduğunuz durumdan kurtulmak ve en kısa zamanda adadan kurtulmaya çalışıyorsunuz. Dead Island açık uçlu bir oyun, yani istediğiniz zaman, istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. (Far Cry 2 oynayanlar ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayacaklardır.) Oyunda araç kullanımı bulunuyor zira gittiğiniz mesafeleri adımlayarak almanız pek mümkün değil. Dead Island’ın çekirdek oyun yapısı görev yapma üzerine kurulu ki bunlara RPG aleminde “quest” deniyor bildiğiniz gibi. Bir noktanın altını tekrar çizmekte fayda var. Kesintisiz bir aksiyon sunar gibi yapan Dead Island, sabırla ve dikkatle oynanması gereken bir oyun. Tüm görevler ağır bir RPG oyununun uzun süren quest’leri gibi oynanıyor. Örneğin, basit bir kurtarma operasyonu gibi görünen bir görev boyunca birkaç defa ölüp tekrar respawn olmanız işten bile değil. Bu nedenle önce elinizdeki silahları bir gözden geçirmeli, en güçsüz silaha bile tenezzül etmeli ve çok dikkatli ilerlemelisiniz. Oyun ağırlıklı olarak yakın dövüşle geçiyor (melee combat). Zombiler aniden etrafınızı sarmakta çok başarılı olduklarından kazma, kürek ne bulursanız dalıyorsunuz. Fakat her silahın bir dayanma gücü bulunuyor. Bu noktada devreye bir eşya yönetim sisteminin girdiğini söyleyebiliriz. Çünkü bir noktadan sonra tüm silahlarınız eskiyor ve ya tamir edilmeleri ya da değiştirilmeleri gerekiyor. Yine tüm silahların bir seviyesi bulunuyor. Yani silahlarınızın hepsi de aynı güce sahip olacak diye bir şey yok. O nedenle bir düşman grubuna dalmadan önce silahınızın gücünü ve dayanıklılığını gözden geçirmeniz gerekiyor.

BİKİNİLİ ZOMBİLER
Oyunun görev yapılarının oldukça çeşitlilik gösterdiğini söyleyebiliriz ancak bu farklı şeyler yapıyor olmanızdan değil, daha çok haritanın zenginliğinden kaynaklanıyor. Bir görev içinde birilerini kurtarabiliyor, bir şeyleri tamir edebiliyor, bir eşyayı bulmaya çalışabiliyorsunuz. Ancak oyunun geçtiği Banoi adası o kadar zengin bir oyun alanı sunuyor ki kaldırdığınız her taşın altından bir eşya çıkıyor. Fakat Dead Island bu zenginliğin bedelini, doğru düzgün bir senaryo ve anlatımının olmamasıyla ödüyor. Açık uçlu oyunların (GTA ya da Assassin’s Creed gibi oyunlar dışında) derdi olan anlatım eksikliğinden Dead Island da müzdarip ve maalesef oyunun şok edici fragmanında gördüğümüz dramatik sahneleri yaşayamıyoruz oyun boyunca. Fakat bunun yerine oyun kendi hikayelerimizi yaratmamıza ve yaşamamıza izin veriyor.

O SON TEKİLAYI İÇMEYECEKTİK
Aslına bakarsanız Dead Island’ın en büyük numarası müthiş bir co-op deneyimi sunuyor olması. Zaten oyunun neredeyse tamamı co-op’u destekleyecek şekilde kurgulanmış. Görevler sırasında oyun size “X adlı kullanıcı sizinle aynı görevde, bu görevi onunla birlikte tamamlamak ister misiniz?” diye sorabiliyor. Onayladığınız takdirde içinde bulunduğunuz görevi o kişiyle tamamlayabiliyorsunuz. Elbette zombi ordularına karşı tek tabanca da gidebilirsiniz ancak sonuçta hayatta kalmaya çalışıyorsunuz ve biraz yardımdan hiçbir zarar gelmez. Ayrıca oyunun gerçek keyfi de bir arkadaşınızla birlikte oynayınca çıkıyor. Oyunun co-op oynanabilen tam teşekküllü bir RPG’den hiçbir farkı yok. Seviye atlıyor, yeni silahlar buluyor ya da yaratıyorsunuz. Sevenleri için bulunmaz bir nimet doğrusu.

BANOI’YE HOŞ GELDİNİZ!
Açık konuşalım: Dead Island o fragmanında yarattığı beklentiyi karşılayabilen bir oyun değil. Çünkü o fragman bizi başka tür bir oyun için beklentiye sokmuştu. Fakat hayatta kalmaya çalışma temasını seviyorsanız Dead Island’a bayılacaksınız. Ancak oyunun zor ve sabır gerektiren bir yapısı olduğunu bilin. Dead Island’ı acele etmeden ve dikkatle oynamalısınız. Bunun dışında bol bol gezecek, farklı mekanlar görecek ve zombi kalabalığının ortasında yolunuzu bulmaya çalışacaksınız. Ah, bir de sürükleyici bir anlatımı olsaydı, işte o zaman tadından yenmezdi.