Tamamen tesadüfi(!) bir şekilde Battlefield’ın geçmişe dönmesinden hemen bir yıl sonra gelecek takıntısını rafa kaldıran Call of Duty serisi, konu olarak en iyi bildiği kısma, yani 2. Dünya Savaşı’na odaklanıyor. Soruların çalıştığı yerden gelmiş olmasına rağmen nasıl çuvallayabildiğini bizler de anlamadık.
Bildiğiniz üzere Call of Duty serisi hayatımıza son derece kaliteli 2. Dünya Savaşı konseptleriyle giriş yapmıştı. Aradan geçen yıllarla birlikte ise konu aldığı dönem giderek takvim yapraklarını daha hızlı bir şekilde eskitmeye başladı. Önce günümüze, ardından da kurgu hikayelerle bezeli geleceğe yolculuk yaptı. 10 yıllık bir süre içinde yokluklar içerisinde çıkarmalara koşturmaktan, uzay üslerinde yer çekimsiz ortamda çatışmaya evrildi oyun. Hele bir de serinin son çıkan oyunları beklentilerin oldukça altında kalınca, insanlar ister istemez eskiye dönmeyi arzu etti. Yalan olmasın, bizler çoğunluk gibi 2. Dünya Savaşı romantizmi içinde değildik. Bize göre serinin tavan yaptığı nokta Modern Warfare süreciydi ve Pripyat’ı düşünürsek, Captain Price’ın anlatacağı hala çok hikayesi vardı. Ancak yapımcılar çoğunluğu dinlemeyi seçti ve seri bir kez daha, her cephesini ezbere bildiğimiz 2. Dünya Savaşı’nı resmetmeyi uygun gördü.