Tüm detaylarıyla Hakan: Muhafız incelemesi

23 Aralık 2018 21:30

Netflix Türkiye, ilk Türk dizisi Hakan: Muhafız ya da globalde tanınan ismi The Protector ile karşımızda. Dizi yayınlandıktan sonra neleri beğendik, neleri beğenmedik sizler için kaleme aldık.

Netflix’in ilk yerli dizisi Hakan: Muhafız, “The Protector” açılışıyla platformdaki yerini aldı. Yazıya giriş yapmadan önce şu uyarıyı yapmamız gerek. Bu yazı spoiler içerecek. Bu yüzden dizinin tüm bölümlerini izlemediyseniz, izleme keyfiniz kaçabilir. Geçtiğimiz hafta yayına giren diziyi, yayınlandığı gibi izlesek de spoilerlı bir inceleme için bir hafta geçmesini beklemenin daha doğru olacağını düşündük. Bölümleri bitirdik, diziyi hazmettik ve değinmek istediğimiz noktaları yazmaya artık hazırız. Dizi neleri doğru yapıyor, nerelerde bocalıyor bunlara değinmeden önce sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Hakan: Muhafız, yerli dizilerin o katlanılmaz doğasında ortaya izlenebilir bir içerik sunuyor. Bunda dizinin bölümlerinin ortalama 45 dakika olması da büyük önem taşıyor tabii. Ancak hikaye de çok sıkmadan sizi sarmayı başarıyor. Gelin şimdi bu görüşümüzü biraz detaylandıralım.

Düzenlemelerin getirdiği sıkıntılar

Söze ilk olarak bizi her şeyden önce çok rahatsız eden bir detaydan başlamak istiyoruz. Dizinin hikayesi, işleyişi bir yana; dizinin ses düzenlemesi gerçekten çok başarısız. Konuşma sesleri yer yer algılaması çok zor hale geliyor. Bazı oyuncuların halihazırda kelimeleri yutarak konuşması bu korkunç ses düzenlemesiyle birleşince bir noktada altyazıyı dahi açma hissiyatı yaratıyor. Düşünün, Türkçe diziyi Türkçe altyazıyla izleme ihtiyacı hissediyorsunuz… Hem televizyonda hem de dizüstü bilgisayarda yaşadığımız sorunu daha sonra başka izleyicilerden de duyunca, teknik bir sıkıntı olduğuna emin olduğumuz bu hatanın ikinci sezonda giderileceğini umuyoruz.

Bizi rahatsız eden bir diğer teknik detay ise efektler. Burada sakın CGI’dan bahsettiğimiz düşünülmesin. Biz dizinin renklerinden bahsediyoruz. Dizide, diğer dizilerde de sık sık gördüğümüz “karakterin doğasına uygun renk paleti” çalışılmak istenmiş anladığımız kadarıyla. Kötü adamlar daha gri bir palette kötü oldukları ifade edilecek şekilde sunulurken, Kapalıçarşı çocuğu Hakan sahnelerinde daha canlı renkler istenmiş. İstenmiş istenmesine ama işin uygulama kısmı tam olmamış ne yazık ki. Burada yine düzenleme kısmında ciddi bir teknik sıkıntıyla karşı karşıya olduğumuza inanıyoruz. Fikir çok güzel, işleyiş çok kötü. Son bölümlere doğru renkleri tamamen farklı olan çok küçük bir saniye vardı ki, sanıyoruz unutulmuş.

CGI demişken, fragmanlarda gösterilen CGI’lar sizi aldatmasın. Evet CGI uygulaması fragmanlardaki kadar kötü ama sayısı da fragmanlardaki kadar. Bize göre çok akıllıca ve doğru atılmış bir adım bu. CGI’ı olabildiğinde az tutmuşlar ki göze batmasın. Bu yüzden CGI, tantanası yapıldığı kadar büyük bir sorun değil bile dizide. Hatta gömlek animasyonlarında o kadar kötü bile değil! Yumruk olmasaydı o yumruk…

Çekimlere gelecek olursak. Bazı sahneler çok güzel kurgulanmış. Örneğin dövüş sahneleri. Yönetmenin burada ne kadar akıllıca bir hamle yaptığını görmek mümkün. Çünkü dövüş sahneleri yakın çekimlerle aradan çıkarılmış. Bu da genellikle filmlerimiz ve dizilerimizde sık sık eleştirilen “çok gerçekçi olmayan dövüşler” sıkıntısını küçük bir hile ile ortadan kaldırmış. Favori sahnelerimizden biri ise Hakan’ın Leyla’nın odasını “ilk ziyareti” ile aynı gece Zeynep’in bir güzel dayak yemesi. İki sahnenin senkronizasyonuna bayıldık. Dizide en akılda kalıcı sahnelerden biri de bize göre buydu. Çekimlerde gözü en çok rahatsız eden şey ağırlıklı olarak ilk bölümde denk geldiğimiz “sahne dururken kameranın hareket halinin devamı” sorunu. Çekimlerde karakterle kameranın birlikte hareketi sahneye bir dinamizm katar. İzleyiciyi de sahnenin içine çeker. Ancak herkes dururken kamera minicik de olsa hareket edince, “Kameranın eli mi titriyor yahu?” algısı yaratıyor. Görsel olarak da bir parça rahatsız edici tabii.

Tanıdık hikaye

Teknik yorumları biraz da olsa dışarıda bıraktıysak gelelim hikayeye. Öncelikle şunu söyleyelim. Bu dizinin neyle kıyaslanacağını iyi ayarlamak gerekiyor. Bir Westworld karmaşıklığı, havada uçuşan sürprizler, beyin yakan olaylar bekliyorsanız, çok ama çok üzülürsünüz. Hakan: Muhafız dümdüz bir hikaye sunuyor. Sonlara doğru kendince sürprizler de yaptığını sanıyor ama birbirimizi kandırmayalım. Dizide sürpriz falan yok. İlk iki bölümde finali çözmek çok zor değil anlayacağınız.

Bunun yanı sıra dizi bize aslında çok iyi bildiğimiz bir hikaye sunuyor. İçindeki o “kahramanı” bilmeyen bir karakter, bir anda sorumluluk almak zorunda kalıyor. Hop, eğitime başlanıyor. Karakterimiz artık bir kahramana dönüşüyor. İşin içine bir tutam intikam, biraz da “şehrin geleceği sana bağlı” klişesi, oldu mu size kahraman hikayesi? Bu hikayeyi çok duyduk, okuduk, izledik. Biliyoruz bunu yani. Açıkçası bize göre bu risk almamak demek. Ancak risk almamak her zaman kötü bir durum demek değildir. Hakan: Muhafız için de bu risk almayış dizinin aksine olduğundan daha iyi bir noktada konumlanmasıyla sonuçlanıyor. Yani bu formülü bozmadığınız sürece zaten çok kötü bir hikaye ortaya çıkarmanıza imkan yok. Aranan her şey formülde zaten var. İntikam, aksiyon, aşk… Bize göre özellikle “fantastik Türk süper kahraman” türüne giriş yapıyorsak, risksiz hikaye doğru seçim.


Öte yandan bu risk almayışın getirdiği negatif noktalar da bulunuyor. Bu hikayeyi daha önce pek çok kez izlediğimiz için Hakan: Muhafız’da pek çok farklı yapımdan esintiler görmek mümkün hale geliyor. Hatta biraz da abartılmış. Assassin’s Creed esintisinden Luke Cage’e kadar bulmak zaten kolay da işin içine Görevimiz Tehlike ve hatta Hancock bile girmiş. İkinci sezonda detaylarına kavuşacağına inandığımız Faysal ve Rüya ilişkisi Hancock’ta yaşanan benzer bir sıkıntıya ev sahipliği yapıyor gibi mesela. En azından ilk sezonda bize söylenen öyle. Kitaptan uyarlama olan dizinin kitabında da benzer bir durum var mı ya da ne kadar değiştirildi bu konuda net bir yorum yapamıyoruz şimdilik.

Nerede risk alınmalıydı?

Öte yandan bize göre dizi hazır böyle bir hikayeyi Netflix’te yayınlamaya hazırlanırken aslında önünde izleyebileceği çok güzel adımlar bulunuyordu. Mesela Daredevil. Daredevil’ın ilk sezonunda hatırlarsanız yapım övgülere boğulmuştu. Peki bunun sebebi neydi hatırlıyor musunuz? Sebep sezonun, ana kötüsü Wilson Fisk üzerinden ilerlemesiydi. Küçük bir dokunuş her şeyi değiştirmişti. Bize göre Hakan: Muhafız da benzer bir hamleyi rahatlıkla yapabilirdi. Çağatay Ulusoy’un Hakan’ını parlatmak yerine Okan Yalabık’ın Faysal’ı öne çıksaydı, işte işler o zaman değişirdi. Yazının başında da dediğimiz gibi, Mazhar’ın Ölümsüz olmadığına şaşıran tek kişi Hakan’dı çünkü.

Dizi Faysal’la yeterince empati kuracak zamanı izleyiciye tanımadı. Halbuki Faysal ne beyaz ne de siyah bir karakter. Faysal gri bir karakter olarak diziyi çok güzel sırtlayabilirdi. Mazhar karakterinin “karikatür düzeyindeki” kötü kişiliğinden de azad edilmiş olurdu. Mazhar’ın da kendi içinde bir hikayesi olmasına rağmen onu bile yeterince aktaramadı dizi. Artık kahramanların öne çıkarıldığı çağları çoktan geçtik bize göre. Kötüleri tanıtıp, onların gözünden görmeye başlayınca işte o zaman işler biraz daha farklılaşıyor izleyicilerin gözünde. Başarısız bir “sürpriz” sona, her iki tarafı da doğru aktarılmış bir hikayeyi tercih ederdik. Eminiz Faysal’ın da anlatacağı çok şey vardı ancak ikinci sezona kaldı gibi görünüyor. Okan Yalabık’ın Faysal karakterini de çok iyi yansıttığına inanıyoruz. Daha fazla ekran süresi işleri değiştirecektir.

Aktörlerden bahsetmişken şunu da söylemek gerek, ana üçlüyü oluşturan Çağatay Ulusoy, Hazar Ergüçlü ve Ayça Ayşin Turan biraz zayıf kalmış bize göre. Yan karakterler diziyi daha iyi sırtlanıyor. Tekin isimli polisi canlandıran Mehmet Yilmaz Ak örneğin. Kısacık karakterinde adeta parlıyor. Keşke kendisine bu kadar çabuk veda etmeseydik demeden edemedik. Üçlü arasında en zayıfı ise Ayça Ayşin Turan’dı bize göre. Ancak oyuncunun açıkçası pek şansı da olmamış rol açısından. Türk dizilerinde gördüğümüz çok tipik bir karakterdi Leyla ve oyuncuya da çok yer tanımamıştı. İkinci sezonda Turan’ın performansını daha çok merak ediyoruz çünkü karakterinin daha önemli bir role sahip olacağına inanıyoruz. Bu üçlü arasında kıyasladığımızda aralarında en güçlü isim ise Çağatay Ulusoy. İlk bölümden sonra iyice açılan aktör, Hakan’ın o samimi havasını bozmadan ilerletiyor. Senaryonun aksiyon ve komedi dozunu da çok iyi ayarladığına inanıyoruz.

İzlenir mi?

Yazıyı okurken eminiz pek çoğunuz “Senaryodaki boşluklar ne olacak asıl?” diye bu kısmın eleştirisini beklediniz. Pek çok izleyiciye katılmak gerek ki senaryoda cidden bazı saçma detaylar bulunuyor. Ancak zorlayınca pek çok saçma detayı bir yerden bağlayabiliyorsunuz. Havada kalanlar da oluyor tabii. Dizinin ise bu kadar “zorlamadan” daha detaylı yazılmış bir senaryosu olabilirmiş. İkinci sezondan en büyük beklentimiz ise “İngilizceden çevrilmiş gibi” durmayan cümleler. Sadık Olanlar ve benzeri pek çok kulak tırmalayan kelime ve cümle dizide göze batıyordu.

Günün sonunda ise şunu söylemek gerek, hikaye bir bütün olarak kendini izletiyor. Daha da önemlisi, sezon finalinde “Şimdi ne olacak?” sorusunu sordurmayı da başarıyor. Bize göre Hakan: Muafız, potansiyeli çok yüksek bir dizinin ilk adımı. Ön yargıları biraz kırıp, diziyi öyle izlemek gerekiyor. Her yapım gibi artıları ve eksileri olan bu dizi günün sonunda televizyonda yayınlanan pek çok yerli diziye göre kat kat iyi bir iş. Hikaye düz ilerliyor olsa da ortaya gayet izlenebilir, devam edilebilir bir içerik çıkarılmış. Hikaye durup kalmıyor ve akmaya devam ediyor. Bu da bir başka artı bize göre. Hatta Netflix kütüphanesini karıştırırsanız, Hakan: Muhafız ile karşılaştırıldığında kat kat daha kötü yapımları da rahatlıkla bulabilirsiniz. Dediğimiz gibi yapımı neyle karşılaştırdığınız önemli biraz da. Ancak biz diziye bir şans verin deriz.

İlginizi çekebilir

Hakan: Muhafız fragmanı

Paylaş