reklamı kapat

POPÜLER

Darksiders incelemesi

 - Güncelleme: 20 Eylül 2012 16:47

Cennet ve cehennem arasındaki ebedi savaşın dengeleri onlar. Yüce konseyin en çok güvendiği ilahi varlıklar… Ölüm, Kıtlık, Fetih ve Savaş… Mahşerin Dört Atlısı, Yeni Ahit ve Hıristiyanlık tarihinin önemli figürleridir. Cennet ve cehennem krallıkları arasındaki savaşın yeryüzüne inmesi ve kıyametin erken kopmasıyla suçlanan Savaş, ilahi güçlerinin elinden alınmasıyla dünyada kalıyor ve onu arkadan bıçaklayanın kim olduğunu bulmaya çalışıyor. Darksiders, aksiyon ve maceranın sıkı bir harmanı şeklinde çıkıyor karşımıza. God of War tarzı dinamiklere sahip aksiyonun yanında, yolumuzu bulmaya çalışırken çözmek durumunda kalacağımız kimi kolay, kimi zor bulmacalarla da karşılaşıyoruz. Oyun hem yeraltında, hem de yeryüzünde geçiyor. Yukarıdayken oyun hafiften GTA sosuna batıyor diyebiliriz. Serbestçe dolaşabiliyor ve yolunuza çıkan düşmanlarla kapışıyorsunuz. Oyunun dövüş sistemi Devil May Cry’ı fazlasıyla andırıyor. Kombo bazlı dövüşler, hem estetik görünüyor, hem de oldukça eğlenceli anlar yaşatıyor bizlere. Elbette ki farklı silahlarla, farklı hareketler ve kombolar çıkarabiliyorsunuz. Diğer yandan ilginç bir şekilde Zelda tadı da almanız mümkün. (Zelda: Nintendo’nun ünlü RYO-macera oyunu.) Tıpkı Zelda serisinde olduğu gibi burada da daha önce gidemediğiniz yerlere aldığınız yeni silahlar ya da nesnelerle gidebiliyorsunuz. Silahlar kimi zaman bulmaca çözmeye de yarıyor kısacası. Burada önemli bir detayı itiraf etmek durumundayım: Darksiders’ı ilk oynamaya başlamadan önce oyunun katıksız bir aksiyon oyunu olduğunu düşünmüştüm. Ne var ki oyun beni kesinlikle ters köşeye yatırdı. Darksiders’ın kimi bölümlerinde Valve’ın ünlü oyunu Portal’a rahmet okutacak bulmacalar var. Yolunuzu bulana kadar canınız çıkıyor resmen. Fakat aklınıza kötü, sıkıcı ve insanı bunaltan bulmacalar gelmesin. Biraz uğraşarak neyin ne olduğunu birkaç dakika içinde çözebilirsiniz. Bulmacaların varlığı oyuna can vermiş ve tekdüze bir aksiyon oyunu olmasını engellemiş. Dövüşlerde de aynı durum söz konusu, farklı silahlarla yapılabilen farklı kombolar çeşitliliği sağlarken, farklı düşman tipleri de sizi düşünmeye itiyor. Hangi silahın, hangi düşmana daha etkili olduğunu bulmak başarılı olmak için önemli bir taktik olarak ortaya çıkıyor. Beni ters köşeye yatıran bir diğer unsur ise senaryo anlatımı ve karakter örgüsü oldu. Spoiler verip işin tadını kaçırmak istemiyorum ancak Azrail’in bile, “Çok hatalar yaptım, pişmanım,” diyebildiği uçuk noktalara geliyor oyunun senaryosu. Peki, iyi işlenmiş mi? Eğer ilk kriterimiz merak uyandırmak ve sürükleyicilik ise evet, senaryo kesinlikle sizi sıkmıyor. Oyunun basit bir de tecrübe sistemi bulunuyor. Savaştıkça tecrübe kazanıyor ve belli güçlere, silahlara ancak bu şekilde ulaşabiliyorsunuz. Oyun ilerledikçe zorlaşan bir yapıya sahip. Daha fazla sayıda ve daha güçlü düşmanlarla kapışmak zorunda kalıyorsunuz. Fakat kahramanımız tüm bunlar, göğüslemesini sağlayacak güçlerden ilkin yoksun durumda. Bir diğer deyişle aslında oyunun başında mahrum kaldığınız güçleri, bölümler arasında ilerledikçe geri kazanmaya başlıyorsunuz. Oyunun asıl güzellikleri de güçlerinizi geri kazanmaya başladıktan sonra çıkıyor ortaya.