reklamı kapat

POPÜLER

Driver San Francisco incelemesi

 - Güncelleme: 18 Kasım 2011 12:12

Eğer bugün GTA diye bir oyun oynuyorsak, bu biraz da Driver sayesindedir. Ta PsOne zamanlarında (tam 11 yıl önce) çıkan Driver, açık uçlu oyun yapısını bize tanıtan oyunlardandır. Oynayanlar hatırlayacaktır, kocaman şehri kanlı canlı bir şekilde tamamen üç boyutlu olarak karşımızda görünce ciddi anlamda şoka uğramıştık o yıllarda. Driver 2’de araçtan inebildiğimizi görünce daha da şaşırmıştık. Artık ayaklarımızın üzerinde istediğimiz yere girip çıkabiliyorduk… Bu bir ilkti ve ilkler kesinlikle unutulmazdı. Fakat ne olduysa GTA III çıktıktan sonra oldu. Belki de türün yaratıcılarından olan Driver markası değişime ayak uyduramayarak değer kaybetmeye başladı. Hatta serinin son oyunlarıyla birlikte iyiden iyiye kötü oyunlar çıkmaya başladı bu marka altında. Fakat Ubisoft, Driver’ın kötü kaderini değiştirmeye kararlı görünüyor. Öyle ki bunu yapabilmek için oyunun türünü iyice köklerine döndürmeye karar vermişler. Karşımızda bu kez GTA benzeri değil, ilk Driver’a benzeyen bir oyun görüyoruz. Haydi, daha dürüst olalım, biraz da Burnout’tan esinlenmişler.

ÖLÜ YA DA DİRİ
Driver San Francisco tamamen araç kullanmaya odaklanmış bir oyun. Fakat geliştiriciler oyunun yapısını yeniden kurgularken Driver serisinin o ciddi havasından fedakarlık etmeyi göze almış. Oynayanlar bilir, Driver kendini son derece ciddiye alan suç temalı bir oyundur. Zaten oyunun baş kahramanı Tanner da kimliğini gizleyerek suç dünyasına girmiş bir polistir. Driver San Francisco, Driver 3’teki hikayenin bitiminden 6 ay sonra başlıyor. İstanbul’daki çatışmadan sonra hem azılı mafya lideri Jericho, hem de Tanner hayatta kalmışlardır. Fakat Jericho hapishaneye sevk edilirken kaçar ve macera bir kez daha başlamış olur. Driver San Francisco’nun girişi tema olarak serinin diğer oyunlarından çok da farklı değil ancak bir süre sonra oyunun şimdiye kadar bu türde bir oyunda gördüğümüz en ilginç özelliği giriyor devreye: Tanner dilediği zaman bir araçtan, başka bir araca transfer edebiliyor kendini. Şimdi ciddi bir suç hikayesinin içinde bu paranormal aksiyonlar ne diye var değil mi? Aslına bakarsanız oyun bir Michael Mann filminden, son zamanlarda moda olan psiko-dedektiflik temasına doğru kaymış (Deja Vu, Source Code filmlerinde olduğu gibi). Tanner aslında oyunun başında yaptığı trafik kazası dolayısıyla komada ve bu sırada ruhunu transfer edebiliyor (ya da kendisi öyle sanıyor, orası sürpriz kalsın). Oyunun bu özelliği ciddi anlamda eğlenceli; diyelim ki yolda birini yakalamaya çalışıyorsunuz ve gözden kaçırmak üzeresiniz, hemen birkaç öndeki arabaya atlama gerçekleştiriyorsunuz. Bunu yaptığınız anda kamera yukarı doğru çekiliyor ve etrafı kuşbakışı görebilmeye başlıyorsunuz. Bu noktadan sonra stratejinize en uygun aracı seçmeye çalışıyorsunuz. Elbette ki bunu sınırsız bir şekilde yapamıyorsunuz, belli bir puan seviyesine ulaşmanız gerek. Bu noktadan gerisiyse işin Burnout kısmını andıran bölümü… Oyun adından da anlaşılabileceği gibi San Francisco’da geçiyor ve açık uçlu bir oyun yapısı sunuyor. Ana görevler dışında yapabileceğiniz çeşitli yan görevler de bulunuyor. Oyunda tam 335 kilometrelik bir oyun alanı bulunuyor ve içinde yapabileceğiniz tonla görev var. Görevlerin tümü de araç kullanımına dayalı olduğu için bu tip oyunları sevenler pek yabancılık çekmeyeceklerdir. Kaçma, kovalamaca kadar zaman zaman çeşitli akrobatik hareketleri yapmanızı gerektiren durumlar da olacaktır. Fakat göreviniz ne olursa olsun araç kullanım mekanikleri çok çok başarılı olduğundan eliniz alıştıktan sonra her türlü görevin üstesinden gelebiliyorsunuz. Oyunun geliştiricileri bu noktada son derece başarılı bir iş çıkarmışlar ortaya. Driver San Francisco kesinlikle her şey olayım derken, hiçbir şey olamayan oyunlardan değil. Oyunun odak noktası açık uçlu bir oyun alanında araç kullanmak ve bunu da çok çok iyi başarıyor.

RİSKLİ KARAR
Ubisoft firması, oyunun haklarını Atari’den alırken oldukça cesur bir karar vermişti. Bu kararın meyvesi olarak da karşımızda gerçekten ne yaptığını bilen, kaliteli ve tutarlı bir oyun var. Açıkçası “arabadan inebilme” seçeneğinin kaldırılmış olması ilk etapta kötü bir karar gibi görünse de geliştiricilerin sürüş mekaniklerine odaklanmalarını sağlamış. Tıpkı Burnout Paradise’ta olduğu gibi dilediğinizce etrafta gezip çeşitli görevleri yapma imkanınız var. Görev çeşitliliğinin de oldukça bol olduğunu söylemeden geçmeyelim. Driver San Francisco’nun en sevdiğimiz yanıysa lisanslı araçların bolluğu ve tümünün de çok ciddi bir hasar modellemesine sahip olması. Oyunda 120 adet farklı tipte tümü de lisanslı araç bulunuyor. SUV’lerden, muscle car’lara kadar da ne ararsanız var. Araçların hasar modellemeleriyse kesinlikle Burnout’u aratmayacak kadar iyi kotarılmış.

FERRARI İLE EBELEMECE
Driver San Francisco’nun çok oyunculu modları da oldukça geniş. Oyunda tam 19 farklı multiplayer mod bulunuyor. Bunlar arasında Trail Blazer denen ilginç ve hızlı bir mod keşfettik ki başından kalkamadık doğrusu. Bu oyun modunda önde hız yapan aracın bıraktığı izi takip etmeye çalışarak puan toplamaya çalışıyorsunuz. Elbette ki bu sırada arkadan gelen diğer araçlar da sizi yol dışına itmeye çalışıyor. Bir diğer eğlenceli seçenekse Tag modu. Yollarda hız canavarı araçlarla ebelemece oynadığınızı düşünün. Ciddi anlamda adrenalin dolu bu iki modu uzun uzun oynadık ve inanılmaz eğlendik. Kalan modları keşfetmeyi ise sizlere bırakıyoruz ama emin olun her biri, diğerinden daha eğlenceli.

DEĞİŞİK BİR YOL
Her ne kadar senaryo gidişatını aklamaya çalıştıysak da öyle süper sürükleyici bir hikayesi yok oyunun. Diğer yandan zaman zaman ekrandaki kare oranı ciddi anlamda düşüyor. Görev çeşitliliği olsa bile özellikle oyunun sonlarına doğru oyun ciddi şekilde kendini tekrar etmeye başlıyor. Fakat eğer açık uçlu oyunları seviyor, araba kullanmaktan ve B-movie’lerden keyif alıyor seviyorsanız bu oyuna bir şans verebilirsiniz. Kiminin iddia ettiği gibi kötü bir oyun değil kesinlikle…