reklamı kapat

POPÜLER

Batman: Arkham Origins incelemesi

 - Güncelleme: 11 Ocak 2014 13:23

Batman: Arkham Origins

KELLE AVCILIĞI
Dedik ya, her hikayenin bir başlangıca ihtiyacı var. Arkham Origins, Bruce Wayne’in Kara Şövalye kimliğini kazanmasından iki yıl sonrasını anlatıyor. Karşımızda önceki oyunlardan aşina olduğumuz yapıda bir Batman yok. Gotham City henüz ismimizi çok fazla duymuş değil, kulaktan kulağa fısıldanan bir söylenti mertebesindeyiz en fazla. Emniyet güçleri yanımızda mı yoksa karşımızda mı durmaları gerektiğini bilmiyor çünkü hayatımızda bir James Gordon yok. Suçlular Batman ismini duyduklarında tir tir titremiyor çünkü daha Joker’le bile karşılaşmış değiliz. İşte bu nedenle, arada sırada kulağımızda çınlayan sesiyle yanımızda olduğunu belli eden Alfred dışında destek olacak kimsemiz bulunmuyor oyunda.

Arkham Origins, serinin yalnızlığı hissettirebilmeyi başarmış en iyi yapımı olmuş kesinlikle. Ancak herkes tanımıyor olsa da tanıyan birisi var ve bu kişinin tek isteği kellemizi alabilmek. Oyunun ana kötüsü olan Black Mask, Batman’i öldürmeleri amacıyla sekiz suikastçi kiralıyor ve ilk avlayana büyük bir para ödülü vadediyor. Kiralanan isimler ise öyle; “Aman bu çocuk yeni, fazla üzerine gitmeyelim” diyecek kişiler değil. Deadshot ve Deathstroke gibi iki acımasız ve gördüğünü indiren katilin yanında Bane, Killer Croc, Firefly ve isimlerini söyleyip tadınızı kaçırmak istemediğimiz pek çok düşman, bir efsanenin doğmasına izin vermemek adına kolları sıvıyor. Pek çok düşman dedik çünkü oyunda sadece bu sekiz kiralık katil bulunmuyor. Farklı motivasyonları ve amaçları bulunan isimlerle de karşılaşacak, hikayenin gittiğini yönü şaşkınlıkla izleyeceksiniz.

Açık konuşmak gerekirse Arkham Origins, pek çok noktada seriyi ileriye taşıyamamış belki ama senaryo konusunda kesinlikle en başarılı işi ortaya koymuş durumda. Noel arifesinde başlayan ve zaman dilimi olarak tek bir geceyi konu alan oyun, başlangıç noktasından bitiş anına dek sürekli olarak şaşırtmayı ve ilgiyi yukarıda tutmayı başarıyor. Ancak senaryo ne kadar ince düşünülmüş ve detaylıysa, şehir de bir o kadar üstün körü geçilmiş ve yüzeysel duruyor. Gotham City, oyundaki haliyle yaşayan bir şehir değil, suçlular rahat nefes alsın diye özel olarak tasarlanmış bir havası var aksine. Sokaklarda gezinen ve gündelik hayatına devam eden bir tane insan yok etrafta, elinizi sallasanız düşmana denk geliyor.

Yapımcı firma bu eksikliği; “Sokaklar çok tehlikeli, sakın evlerinizden dışarı çıkmayın” polis anonsuyla tolere etmeye çalışmış ancak olmamış. Eğer bu şehir yaşasaydı, kafamızda canlandırdığımız noel zamanı Gotham City atmosferi tam olarak hayat bulmuş olabilirdi. Nefes alan canlı sayısını göz ardı ettiğimizdeyse karşımıza enfes güzellikte bir yapı çıkıyor. Şehirde bulunan binalar, düşmanların konuşlandığı özel bölgeler ve oyun yapısını farklılaştıran değişkenlikte unsurlarıyla Gotham, kesinlikle oynaması ve gezilmesi keyifli bir yer olmuş. Bu noktada canımızı sıkan tek unsur, şehrin Grapnel Gun ile dolaşmaya Arkham City kadar müsaade eder bir şekilde tasarlanmamış olması oldu. Çoğu zaman havada süzülürken tutunacak bir dal arayacak ama bulamayacaksınız.