reklamı kapat

POPÜLER

Silent Hill: Downpour incelemesi

 - Güncelleme: 17 Haziran 2012 14:34

Team Silent’ın elinden çıkma ilk Silent Hill oyunlarını nasıl unutabiliriz ki? Korku oyunu kavramını baştan yaratıp bizleri ekran karşısında titreten o yapımların üzerine çıkabilen bir yapım hala gelmiş değil. Oyun, Silent Hill: The Room ile başlayan değişim süreci devamında gelen pek çok başarısız deneme ile birlikte oldukça sancılı bir noktaya geldi. Farklı firmaların ellerinden çıkma Origins, Shattered Memories ve Homecoming gibi yapımlar, değil başarılı olmak aksine serinin ismine leke sürmekten öteye gidemedi. Konami’nin bu gidişata dur demek için görevlendirdiği Vatra Games, Downpour ile farklı yollar kullanarak başarılı olmayı hedefliyor. Amacı yenilikçi yöntemlerle eski Silent Hill tadını oyuncuya yakalatmak olan firma, bakalım bu yüksek hedefin ne kadarını gerçeğe dönüştürebilmiş.

YAĞMURUN GETİRDİKLERİ
Başarılı bir Silent Hill ortaya çıkarabilmek için ilk olarak üzerinde ciddi anlamda durulmuş bir senaryo yazmak gerekiyor. Ancak senaryo da yeterli değil, onun sunumu da bir o kadar önemli. İlk Silent Hill’lara baktığımızda içinde bulunduğumuz korkutucu durumun ne kadar can yakıcı olabileceğini hissettiren hikaye, başarılı diyaloglarla ve doğru zamanda doğru şekilde giren can alıcı müziklerle oyuncuya sunuluyordu. Önemli olan karşımıza çıkacak yaratıkları nasıl öldüreceğimiz değildi, öldürememe ihtimaliyle yaşadığımız panikti. Yıllar geçtikçe serinin ivme kaybetmesinin en önemli nedenlerinden biri de tam olarak burada yatıyor, sakin olup derdini anlatmaya çalışan yapıdan alelacele bir yere yetişmeye çalışır bir hale büründü seri. Bu da ister istemez aksiyonun daha fazla kendini göstermesine ve korku öğelerinin yok olmasına neden oldu. Neyse ki Downpour ilk oyunlardaki kadar olmasa da biraz olsun aralarda soluklanmayı akıl edebiliyor ve o anlarda anlatacak güzel de bir hikayesi var aslına bakarsanız. Ryall State Hapishanesi mahkumlarından Murphy Pendleton, çıkan isyan sonucu başka bir hapishaneye nakledilmektedir. Ancak kader bu ya otobüs yolda devrilir ve Pendleton gözlerini açtığında kendisini bir başına kalmış halde bulur. Diğer mahkum ve görevlilerin nerede olduğu soru işaretleri eşliğinde sislerle kaplı bir ormana giriş yapan Murphy, biraz ilerlediğinde hiç görmek istemeyeceği bir tabelayla karşılaşır: Silent Hill. Bu noktadan sonra eski soru işaretlerini cevaplama konusunda ketum ama yenilerini eklemek konusunda oldukça cömert bir hikaye akmaya başlar. Elimizde hiç olmadığı kadar geniş ve gezilip görülmek üzere bekleyen bir Silent Hill var. Önceki oyunlarda bulunmayan noktalarını da resmetmiş olan Vatra Games, bu konuda oldukça başarılı bir iş çıkartmış gerçekten. Silent Hill genelinde dinlenmeyi bekleyen pek çok hikaye, kafamızı karıştırmak isteyen pek çok olay bulunuyor. Bu da daha önce bir Silent Hill oyununda görmediğimiz yan görev sistemi sayesinde oluyor. İlk bakışta bu yan görevlerin ana hikayeyi soğutacağını düşünebilirsiniz ancak aslında sizleri Silent Hill’e daha fazla bağladığını göreceksiniz. Bu görevler sayesinde orası artık sadece yanlışlıkla gelip hayatta kalmaya çalıştığımız bir bölge değil, yaşanmışlıklarını öğrendiğimiz, öncesini merak ettiğimiz, kendisini bize anlatmaya istekli bir yaşam alanı. “Başarılı hikaye, vasat sunum” problemine de biraz olsun derman oluyor bu sistem, en azından yaptıklarınızın bir anlamı olduğunu hissediyorsunuz. Ancak yeni Silent Hill oyunlarının kaderi gereği bu başarıya leke sürecek hatalar peşi sıra gelmeye başlıyor bu noktadan sonra. Örneğin Silent Hill’e özgü orijinal düşmanlar görmeyi beklemeyin bu oyunda, daha ziyade görüntü kirliliği oluşturan garabetler saracak dört bir yanınızı. Amaçları sizi korkutmak değil öldürmek olduğundan oyunun atmosferini baltalamaktan başka da bir işe yaramıyorlar maalesef.

VUR, KIR, PARÇALA
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Silent Hill: Downpour, aksiyon öğelerine olması gerekenden daha fazla yoğunlaşıyor. Sağda solda bulabileceğimiz bilumum nesneyi yakın dövüş silahı olarak kullanabilirken, mermisi hiçbir şekilde bulunmayan ateşli silahlarla da daha ölümcül hale gelebiliyoruz. Mermi çok kıymetli olduğundan ister istemez yakın dövüşe odaklanmamız gerekiyor ancak o da o kadar tek düze ve hantal ki ne işimize yarıyor ne de bir zevk veriyor. Blok koyma mantığı üzerine kurulmuş yakın dövüş sistemi bir yerden sonra canınıza tak ettiriyor ve yapmak içinizden gelmiyor. Bu noktada belki de en mantıklısı oyunun da sık sık hatırlattığı gibi kaçmak oluyor. Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır düsturunu benimsemek bir yandan da oyunun veremediği çaresizlik hissini kendi kendimize yaratmamıza olanak sağlıyor, acı ama gerçek. En azından yaratıklardan kaçtığımız anlarda karşılaştığımız birkaç başarılı bulmaca var da biraz olsun aksiyon değerini düşürüp hararetimizi alıyor.

SESSİZLİĞİN SESİ
Nasıl ki bir Aronofsky filminde doğru yerde giren bir Mansell müziği izlediğiniz hikayeyi bir anda bir üst seviyeye çıkarıyor, her şeyi bir anda anlamlı kılıyorsa benzer bir durum da Silent Hill oyunlarında Akira Yamaoka için geçerliydi. Ancak maalesef Yamaoka’nın ayrılması nedeniyle o kalbimize oturup kalkmak bilmeyen melodiler bu oyunda yer almıyor. Her ne kadar Jonathan Davis elinden geleni yapmış olsa da Yamaoka’nın eksikliği ciddi anlamda hissediliyor. Vatra Games, bu olumsuzluğa rağmen görsel kısımda üzerine düşeni başarıyla yerine getirerek oyunun atmosferine önemli bir katkıda bulunuyor. Özellikle sisin kullanımı ve oyunun geneline hakim olan renk değerleri alıştığımız Silent Hill tadına oldukça yakın bir lezzet sunuyor. Yine de Akira Yamaoka’nın yokluğunu kapatabiliyor mu bu durum? Elbette hayır.

GÜZEL BİR DENEME
Maalesef bütün bunların yanında oyunun sahip olduğu teknik problemler de ekstra can sıkıyor. Özellikle açık alanlarda boy gösteren yavaşlamalar oynanış zevkini ciddi şekilde baltalıyor. Sonuç olarak elimizde bazı noktalarda güzel şeyler denemiş ama Silent Hill isminin altından kalkamamış bir yapım bulunuyor. Belki artık ümidi kesmenin zamanı gelmiştir, belki de bundan sonra asla başarılı bir Silent Hill oyunu gelmeyecektir, kim bilir? Ha, ne olursa olsun yeni bir duyuru yapıldığında heyecanlanmayacak mıyız? Heyecanlanacağız elbette, ancak mümkünse en azından Downpour seviyesini geçerlerse seviniriz, çıta çok da yukarıda sayılmaz.