reklamı kapat

POPÜLER

Westworld 2. sezon

Westworld 2. sezon 5. bölüm “Akane No Mai” incelemesi

 - Güncelleme: 29 Haziran 2018 13:40

Westworld 2. sezonu ortaladığımız beşinci bölümle beraber, çokça merak edilen Shogun World nihayet karşımızda.

Beşinci bölümle beraber Westworld bir önceki bölümün hızlı gidişatına keyifli bir ara verdi desek yanılmış olmayız. Zira bu bölüm bizi uçu açık, hatta uçuk kaçık teorilere değil, kısa cevaplara ve Edo Dönemi Japonya’sının etkileyici deneyimine götürüyor. Tabii biz bu dönemin çeyreğini dahi göremezken yine de şaşırtıcı derecede başarılı bir iş çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Korkulanın olmadığı bölüm bize göre zor bir sınavın altından kalkmayı başardı. Ancak bölüme geçmeden önce bazı kavramların üzerinden biraz geçelim.

Daha önceki incelemelerimizde hatırlarsanız Shogun World’ün Westworld’den zorluk açısından bir gömlek üstün olduğunu söylemiştik. Tabii bunu sezgilerimize dayanarak değil, Delos Destinations sitesinde yer alan bilgiye göre belirtmiştik. 6 farklı parkı bulunan Delos’un şimdiye kadar 3 parkı açıklandı ve aralarında en acımasız, hayatta kalması zor olanı Shogun World. Tabii bunda Edo Dönemi Japonya’sını kendine temel alması da yatıyor. Ancak park aslında bize çok da yabancı değil. Buna birazdan değineceğiz ancak önce Edo Dönemi’nden azıcık bahsedelim.

Edo Period yani Edo Dönemi 1603-1886 yılları arasını kapsıyor. Derebeylikleriyle yönetilen dönemde shogun ise diktatöre deniyor. Yani Maeve bir diktatörü geride bırakırken Shogun World’de bir başkasıyla burun buruna geliyor. Edo Dönemi’nde shogun yabancı politikayı, orduyu ve derebeylikler arası gücü yönetiyor. Bu da bölümdeki karakterimizin istediği şeye ulaşamadığındaki hırçınlığını biraz özetliyor. Gelelim Geyşa kavramına. Geyşalar her ne kadar genellikle “hayat kadını” olarak bilinse de esasen hayat kadınlığı yapmıyor. Hele Edo Dönemi’nde. Geyşaların asıl amacı esasen eğlendirmek. Farklı Japon sanat dallarında uzmanlaşan geyşalar müzik, dans, şiir gibi pek çok yeteneğe sahip. Eğlendirmenin içinde ise konuklarla beraber olmak yatmıyor. Bir geyşanın eğitimi yıllar alıyor. Her isteyen de bu mertebeye ulaşamıyor. Dizide geçen bir diğer terim olan Maiko ise yetiştirilme aşamasındaki geyşa olarak özetlenebilir. Şimdi belli başlı kavramları kısaca özetlediğimize göre gelelim geyşanın dansına.

“Kafamdaki sesler”

Birinci sezonun aksine ana hikaye William’ın etrafında döndüğü ve onun oynadığı oyunu izlediğimiz için Dolores ağırlıklı bölümler ne yazık ki bizde biraz ara bölüm hissi yaratıyor. Nitekim 5. bölüm de bizim için o ara bölümlerden biriydi. Tokyo’nun Edo olduğu, Fuji Dağı manzaralı o güzel atmosfer de bu fikrimizi değiştirmedi. Ancak bu bölümü de elbette bomboş geçirmedik.

Öncelikle Dolores’e geçmeden Maeve hikayesinde öğrendiklerimizi biraz genişletelim. Maeve’in haritada kuzeye gittiğini geçtiğimiz yazılarda belirtmiştik. Delos’u bir Dünya gibi düşündüğümüzde, Westworld güney yarım kürede yer alırken, kuzey yarım küreye geçtiğimiz anda kendimizi Shogun World’de buluyoruz. Ekvatora çok yakın bir bölgede olduğumuzu söyleyebiliriz. Yukarıdaki haritadan da görüntüleyebilirsiniz. Yani bu dünyanın daha keşfedemediğimiz pek çok yeri bulunuyor. Maeve’in kızının olduğu ve “çok da hareketli olmayan güvenli alan” gibi.

Shogun World’e giren Maeve’deki ilk değişim ise fısıltılar oldu. Maeve’in bölüm içinde de zaman zaman fısıltılar duyduğuna şahit olduk. Hatta gece ninjalar gelmeden Maeve gözlerini kapattığında Akane’nin hazırlandığını dahi gördü. Bu da aklımıza Bernard’ın mesh network cümlelerini getirdi. Bildiğiniz gibi robotların hepsi aynı ağda birbirine bağlı. Bernard da bu ağı zorlayarak Peter Abernathy’nin nereden olduğunu bulmuştu. Bir robottan diğerine sekerek o bilgiyi edinmişti. Bu bölümde Maeve’in yaptığı da aslında mesh network’ün işleyişini keşfetmekti. O fısıltılar ise diğer robotların konuşmalarından ibaretti. Ağı keşfeden Maeve böylelikle konuşmadan robotlara nasıl komut verebileceğini de çözmüş oldu. Kafasındaki sesle robotları yönlendirdi. Bölüm sonunda Maeve’in hiç yerinden kıpırdamadan etrafına bakmamasının sebebi ise zaten tüm robotların gözünden etrafı görebiliyor olmasıyla alakalıydı aslında. Karakterimiz mesh network içinde diğer robotların gözünden görmesi gerekeni görüyordu zaten.

Dilinden anlamak

Bölümde öğrendiğimiz bir diğer şey ise salgının Shogun World’ü de vurmuş olması. Bu da robotların farklı dilde konuşmasını engellemiş. Normalde İngilizce’de konuşabilen Japon robotlar Japonca’da takılı kalmış. Maeve dışında diğerleri de İngilice’de takılı. Tüm robotların kodlarında yer alan dil çeşitliliği ise konuklar için bir hizmet aslında. Tıpkı bir oyunun farklı dillerde alt yazısı olması gibi. Burada bölümü sırtlanıp taşıyan Thandie Newton’ın Japoncası da oldukça başarılıydı. Dil geçişlerini unutmayan dizi shogunla konuşmada resmi Japoncaya geçerken Akane ve diğerleriyle konuşmada daha samimi olan Japonca seçimi yapmıştı. Her ne kadar çoğu izleyici aradaki farkı farketmese de olması gerektiği şekilde yapılmış olması dizinin ne kadar kaliteli olduğunu gösteriyor.

Bu dil seçeneğinin robotları kontrolde etkili olduğunu öğrenmemiz ise kilit noktalardan biriydi. Robotları kontrol edebilmek için onların anladığı dilde konuşmak gerekiyor. Bu da esasen Maeve’in neden daha önce yerlilere karşı bir şey yapamadığını açıklıyor. Çünkü karakterimiz İngilizce komut veriyordu. Yine de orası biraz tartışmalı diyebiliriz. Çünkü hala sebebin yerlilerin koruma ekibi olduğunu düşünüyoruz. Başlarındaki kişinin akıcı bir şekilde İngilizce konuşabildiğini hesaba katınca, asıl sorunun bu olduğuna ihtimal vermiyoruz.

Paralel evrenler

Bölümde öğrendiğimiz bir diğer detay ise Shogun World’ün aslında Westworld yansıması olduğu. Yani Maeve’in kaldığı genel ev Mariposa yerine geyşaların evi bulunurken ordudan ayrılan Musashi de aslında Hector. Musashi’nin yardımcısı ise dövmesine kadar Armistice. Sizemore’un tembelliği bize paralel evren olarak dönüyor yani. Diyalogları Edo Dönemi Japonyası’na uyarlayan Sizemore pek çok ögeye dokunmadan geçmiş. Haliyle karakterlerimiz paralel evrendeki kendileriyle karşılaşınca ilk bakışta afallamaları normal diyebiliriz.

Tam bu noktada Dolores’in de Sweetwater’a dönmesi çekimler açısından hoş bir paralellik yaratıyor elbette.

Bölümde ise elbette her ne kadar Sizemore hala “Kodlar da kodlar” diye çırpınsa da işler rotadan hızla sapıyor. Bu noktada Akane ve Sakura’nın isim seçimlerine de değinmeden geçmeyelim. Akane’nin ismi sanıyoruz ki Aka kelimesinden geliyor. Kırmızı anlamına gelen bu kelimeyi karakterimizin kırmızı ağırlıklı kıyafetlerinde görüyoruz. Sakura ise daha sonra sırtına yapılan dövmede de gördüğümüz gibi Sakura ağacından alıyor ismini. Bu da zaten karakterin adını öğrendiğimiz anda bölüm içinde öleceğine işaret ediyor. Sakura’nın en güzel ve gözde kız olması da isminden geliyor. Japon sembolizminde Sakura ağaçlarının ayrı bir yeri bulunuyor. Ancak Sakuralar çok kısa bir süre için tüm güzelliğini ortaya serebiliyor. Bu da karakterimizin bölüm sonundaki ölümünü işaret eden bir sembolizmdi.

Akane, Maeve’in yansıması olarak oldukça iyi iş çıkarıyor diyebiliriz. Oyuncu Rinko Kikuchi’nin performansı hayret vericiydi. Thandie Newton’ın ilk sezondaki halini defalarca seyrettiği mimiklerinden belli olan Kikuchi başarılı bir şekilde rolünü tamamlıyor. Bu Westworld paralel evrenindeki maceramız ise Shogun World’ü kana bulayarak sonlanıyor. Hector ve diğerlerinin öldüğünü görmediğimiz için ilerleyen bölümlerde bize katılacaklarını düşünüyoruz.

Bölümün Edo Dönemi çekimlerini çok beğendiğimizden bahsetmiştik ancak gore dediğimiz vahşi ögelerin kullanımını da övmeden geçmeyelim. Özellikle Akane’nin shogun’ın boğazını kestiği sahneyi gore ögeler içeren herhangi bir Japon filminde rahatlıkla görebilirsiniz. Çekimler açısından da oldukça sadık kalınmış. Bu bölümü kurtaran da kesinlikle Uzak Doğu teması oluyor zaten.

Wyatt’ın ihaneti

Dolores cephesinde ise işler kızışmış durumda. Teddy’nin ihanetini unutmayan Dolores karakterin yeterince güçlü olmadığı kanısına varıyor ve ona bir soru soruyor. Tüm bu kıyamet gününde saklanır bekler misin yoksa savaşıp seni öldüreni öldürür müsün? Teddy saklanmayı seçiyor ve işler çığırından çıkıyor. Wyatt benliğine geri dönen Dolores, Teddy’i öldürmüyor adeta süründürüyor. Bunu da ihanetle yapıyor.

Bu nokta çok ilginç. Teddy ile bir gece geçirdikten sonra onun kişilik değerlerini değiştirmeye karar veren Dolores risk alarak sistemi sıfırlamıyor ve var olan sistem üzerine yeni değerleri yüklüyor. Sadık ve merhametli Teddy’i soğuk kanlı bir katile çeviriyor. Bunu yaparken sistemi sıfırlamadığını özellikle belirtiyoruz. Çünkü Teddy bu ihaneti hatırlayacak. Ancak geçtiğimiz bölümlerde de söylemiştik, otokrasilerde lidere karşı çıkamazsınız. Lider sizin için en doğrusunu düşünür ve buna karar verir. Bu bölüm de Dolores tıpkı bizim dediğimiz gibi yaptı ve kendi açısından en doğrusuna karar verdi. Dolores’in bu kararı sonrası o ana kadar özgür olduğuna inanan Teddy de aslında çok da özgür olmadığını fark etti.

Peki Dolores’in ihaneti bizim için neden önemli? Tekrar hızlı bir şekilde ilk sezona dönersek aslında bu sorunu cevabını bulabiliriz. Bildiğiniz gibi daha önceki yazılarımızda Dolores’in uyanmadığını sadece Wyatt’ın hikayesini daha özgür bir biçimde takip ettiğini kaydetmiştik. Peki Wyatt ve Teddy arasında ne olmuştu? Wyatt, Teddy’e ihanet etmişti. Teddy de Wyatt’ı öldürmeye yemin etmişti. Bu geçmişi Teddy’e Dr. Ford’un verdiğini de hatırlatalım. Daha sonra yolu William ile kesişen Teddy, hikayeye oradan devam etmişti.

Şimdi uyandığında ise bizi çok daha acımasız ancak bir o kadar da kurnaz bir Teddy bekliyor olacak. Tabii bu değişimi bozulmadan kaldırabilirse. Öte yandan karakterimizin alt bilinci Teddy de hala orada duruyor. Yani bir Dolores-Wyatt ikilemi gibi Teddy ve Kötü Teddy ikilisi geliyor. Bu noktada bizi sürpriz bir ihanet bekleyebilir. Özellikle treni Mesa’ya doğru hareket ettirdikten sonra.

Dolores’in bu hamlesi Frankenstein’in canavarını uyandıracak gibi.

Kafes yandı

2 hafta sonraki gelecekte ise hala Abernathy’i arayan Delos çalışanları görüyoruz. Öte yandan Elsie ve Bernard, James Delos’un kafesini yaktığı için ciddi bir veri kaybı yaşanıyor. Buradaki ilginç nokta ise denizden çıkarılan robotlar. Delos teknisyeni robotların “el değmemiş” olduğunu belirtiyor. Sanki yeni, hiç kullanılmamış gibi. Ölüler arasında ise Teddy’i de görüyoruz. Sanki denizin altında o robotlar sıfırdan üretilmiş ve yüzeye bırakılmış… Bu noktada yeterince bilgi olmadığı için teoriyi bir adım öteye götüremiyoruz.

Öte yandan Bernard’ın Teddy’e saplantılı bakışları bize geçtiğimiz haftalarda internette okuduğumuz bir teoriyi hatırlattı. Bu teorinin bize ait olmadığını belirtelim. Okuduğumuzda fazla zorlama olduğunu düşünüp, biraz da öyle olmasını istemediğimiz için paylaşmamıştık. Ancak bu noktada artık yazıya eklememiz gerektiğiniz hissediyoruz. Söz konusu teori, 2 hafta sonraki Bernard’ın Teddy olduğunu iddia ediyor. Bu yüzden gözlüklerine ihtiyaç duymayan Bernard pek çok kişiye de alık alık bakıyor. Ancak bu teori Teddy’nin nasıl olup da Bernard’ın onsuz geçirdiği kısımları hatırladığını açıklayamıyor. Belki Teddy’nin bilinci direkt olarak Bernard’ın var olan veri havuzuna da aktarılmış olabilir. Bu teoriyi hala çok yersiz buluyoruz, hikayenin bu noktaya gitmesini pek istemeyiz açıkçası.

Bu bölüm yeni bir teori üretmek için bize pek bilgi vermediğinden bu haftaki yazımızı ne yazık ki teorisiz olarak sonlandırıyoruz. Gelecek hafta hikayede biraz daha ilerleyebileceğimize inanıyoruz.

TÜM İNCELEMELER