reklamı kapat

POPÜLER

The Legend of Zelda: A Link Between Worlds incelemesi

 - Güncelleme: 11 Ocak 2014 13:24

zelda01

DÜNDEN BUGÜNE
Dile kolay, tam 27 sene geçmiş ilk The Legend of Zelda oyununun üzerinden. Bunca zaman geçmesine rağmen hala oyuncuyum diyen pek çok kişinin ana karakteri Zelda zannediyor olması da ironiktir. 17 oyunun sonunda sadece dört kez ismini oyunun adına “dolaylı yoldan” sokmayı başarabilmiş cesur savaşçımız Link, 1991 yapımı A Link to the Past’in ruhani takipçisi olma özelliğini taşıyan A Link Between Worlds ile tekrar karşımıza çıkıyor. Pek çok kişiye göre sadece serinin değil, gelmiş geçmiş tüm oyunlar içinde en iyilerden birisi olma özelliğini taşıyan Ocarina of Time’ı bir kenara bırakırsak bizim için A Link to the Past’in yeri çok ayrı. Tam da bu nedenle A Link Between Worlds harika bir sürpriz olarak çıktı karşımıza. Çünkü aralarında yaklaşık 20 sene olmasına rağmen bu iki oyun birbirine her açıdan çok fazla benziyor.

Oyunun geçtiği dünya olan Hyrule’den tutun da oynanış dinamiklerine ve hatta müziklere kadar yansımaları çok net fark ediyorsunuz. Elbette arada benzerlikler olsa da aslında yaşananların üzerinden geçmiş olan bir altı nesil var ve bunun izlerini oyun size çok net olarak gösteriyor. Örneğin Hyrule genel hatlarıyla bire bir aynı olsa da konu zindanlara geldiğinde tamamen yenilenmiş bir yapı çıkıyor karşımıza. Dahası, en az Hyrule kadar önem arz eden ve bu dünyanın aynadaki yansıması diyebileceğimiz Lorule de oyuna eklenince bir anda bildiklerimizi unutur hale geliyoruz. Karıştı mı? Hikayeye baştan başlayalım o halde. Baş kötümüz Ganon hapsedilmiş ve Hyrule’u huzur gelmiş durumdadır. Link, biraz savsak da olsa günlük işler yaparak hayatını yaşamaktadır. Ancak ansızın ortaya çıkan ve tek amacı Ganon’u kurtarmak olan Yuga isimli işe yaramaz, bütün bu mutluluğa limon sıkacaktır. Önüne geleni resme çevirerek tablolara hapseden Yuga’nın bir sonraki hedefi Prenses Zelda olacaktır ki elbette Link buna izin vermeyecektir.

Her ne kadar başlangıçta hikaye basitmiş gibi görünse de oyun ilerledikçe ikinci dünya olan Lorule’nin konuya dahil olmasıyla dallanıp budaklanıyor ve oldukça çetrefilli bir yapıya bürünüyor. Bilenler bilir, her Zelda oyununda oynanış mekaniğinin merkezinde yer alan farklı bir yapı kullanılır. A Link Between Worlds için bu yapıyı resme dönüşme mekaniği oluşturuyor. Link, oyunun bir evresinde bu özelliği kazanıyor ve istediği zaman duvarın üzerine poster misali yapışıp iki boyutlu hale geçiş yapıyor.

Normalde yukarıdan bakış açısıyla oynarken, bu özellik devreye girdiğinde yapıştığımız duvara karşıdan bakar hale geliyoruz ve bütün mekanik bir anda değişiyor. Ulaşılmaz noktaları ulaşır kılmak, bulmacaları çözmek, düşmanlardan sıyrılmak ve duvarlarda yer alan çatlakların arasından sızmak gibi pek çok işe yarayan bu özellik, 27 yıllık bir seride dahi bu denli yaratıcı fikirlerin üretilebileceğini çok net olarak ortaya koyuyor. Unutmadan, hikayenin ilerleyişinde büyük önem arz eden Lorule’ye geçişi sağlayan noktalardan geçebilmek için de bu özelliğe ihtiyacımız var. Kısacası sık sık Link’i duvara çalmak zorunda kalacaksınız, kaçarı yok…