reklamı kapat

POPÜLER

The Sinking City incelemesi

PSİKOLOJİK KORKU

Açık konuşmak gerekirse bir anda ekrana zıplayan zombilerden, kafamıza düşen uzaylılardan, durduk yere atılan çığlıklardan çok sıkıldık biz. Korkutuyorlar mı? Evet. Ancak bu saniyelik yaratılan, refleks odaklı bir korku ve psikolojik etki anlamında hiçbir gücü bulunmuyor. Lovecraft’ın uzmanlaştığı ve üzerine eğildiği korku türünde bu tarz hamlelere yer yok. “Lovecraftvari” diğer oyunların incelemelerinde de en az bir kez değindiğimiz gibi, buradaki korku gücünü bilinmezlikten alıyor ve bu da atmosferin kendisinin insanı germesini sağlıyor. Gecenin karanlığında ve kendi kalp atışlarınızı duyabileceğiniz bir sessizlikte, gözünüzün görebileceği mesafelerin hiçbirinde kara parçası bulunmazken denizin ortasında yüzmek zorunda olduğunuzu düşünmek, hiçbir “jump scare” eyleminin ulaşamayacağı psikolojik noktalara temas ediyor. The Sinking City’nin yalnızca Lovecraft elementlerini oyununa taşımadığını, aynı zamanda oyuncuyu onun yaptığı şekilde germeyi amaçladığını görmek bizler için sevindirici oldu. Zaten tam bir korku oyunundan da bahsetmiyoruz burada. Atmosferi ile rahatsız eden, içinde bulunmak istemeyeceğiniz bir dünyada geçen açık dünya macera oyunu olarak tanımlamak daha doğru olur The Sinking City’i. Yapımcı Frogwares burada en güçlü ve tecrübeli olduğu alandan sapmayarak olması gereken tercihi gerçekleştirmiş. Sherlock Holmes serisinden tanıdığımız Frogwares; ipucu toplama, insanları sorgulama ve çevre etkileşimleri üzerinden dava çözme noktasında kendisini fazlasıyla kanıtlamış bir firma. Burada da Lovecraft elementleriyle örülmüş bir dünyada aslında dedektifçilik oynuyoruz. Tabii hem Lovecraft, hem de dedektiflik dendiğinde ortaya tam da tahmin ettiğiniz klişelerden oluşan bir sonuç çıkıyor.